08 Aralık 2008

kurban

bütün gece uyumazsın. oturursun, oturdukça boş duramayan beynin düşünür. sorgular. nerede hata yaptığını ararsın.
kafandakilerden emin olana kadar kimseye birşey hissettirmeyecek, eğer yanıldığını anlarsan vazgeçeceksindir (yanılmadıysan zaten işler yolundadır). planın budur ama suya düşmüştür. nasıl olup da bütün bunların dışarıya taştığını, üstelik taşırdığını farketmediğini sorar durursun kendine. aptal durumuna sokmuşsundur kendini..
düşünür, düşünür, düşünürsün.

sabah olur, yeni gün bayram günüdür. açık camdan içeri sesler sızmaktadır. dışarıda toplananların ilahi okuduğunu ve ardından kesilen boğazdan yükselen hırıltıları duyarsın, camı kapatıp müziğin sesini biraz daha açarsın, kulaklarını tıkarsın ama susmaz o hırıltı.. cinayete tanık olursun.

sevmiyorum. sevmiyorum işte. bayramları. ama en çok da kurban bayramlarını. yollamasın kimse bana bayram mesajı falan. benim bayramım değil. kuzuların sessizliği

istanbulmuşum ben

Genelde pek işim olmaz böyle şeylerle, internette boş boş gezinirken şu teste takıldım, çözeyim dedim. Sonuçta bu çıktı:

Her şehrin kendine has bir kişiliği vardır, tıpkı insanlar gibi. Peki siz hangi şehirsiniz?

İstanbul

Siz tam anlamıyla bir “İstanbul”sunuz. Eğer İstanbul’da doğduysanız bu sizin için adeta bir şans demek, çünkü zaten başka bir şehirde mutlu olmazmışsınız gibi bir duruşunuz var. İstanbul hiç bir zaman öngörülemeyen karakterdedir, gizemli, cazibeli, büyüleyicidir, tıpkı sizin gibi. Hem geçmişinin izlerini taşır hem bugünü tüm realitesiyle yaşatır. Kim neyi görmek istiyorsa İstanbul’da onu görür. Tanımak, tanımlamak zaman alır. Tüm bunlar da size has özellikler değil mi? Siz nereye giderseniz gidin denizinin kokusuyla, sokaklarının sesiyle, mavi rengiyle İstanbul sizi geri çağırır ve siz bu çağrıyı kulak ardı edemezsiniz. Çünkü siz zaten "İstanbul"sunuz.



Bu kadar mı belli olur İstanbul'a olan aşkım? Bu mudur sebebi?..
Ayrı kaldığım yıllar boyu az mı dayanmaya çalışmıştım İstanbul'un kulaklarımdaki çığlıklarına; hep çağırmıştı, hep.. Evet, işte buradayım.. Peki şimdi ne yapmalı?..

07 Aralık 2008

gelecekse, ne gelecekse gelsin

Şöyle bir şey gördüm:
Christopher Sloan, Peter Andrews, Chris Stringer, David Lambert adlı bilim adamlarının çalışmalarından yararlanarak insanoğlunun gelecekteki evrimini simulasyon tekniğiyle resmetti. İşte önümüzdeki 5 milyon yılda insanoğlunun varsayılan evrimi:

1 milyon yıl sonra



Unihuman (Homo Sapiens Sapienter): Evrimin sonucunda farklı ırklara ait özellikler karışarak küresel ölçekte genetik bir karışım oluşturacak. Sosyal yapı, insanlar arasındaki harmoniyi koruyacak biçimde yapılanacak. Ancak bu önemli bir potansiyel tehlike de taşıyor. İnsanların 'tek kültürlü' yapısı evrimi durdurup gelişmeyi engelleyerek, sonraki nesillerin çöküşüne neden olabilir.
____________________________________________

2 milyon yıl sonra



Survavalistian (postapocalypticus): Nükleer savaş ya da Dünya'ya bir göktaşının çarpması gibi küresel bir felaket evrimi yeniden tetikleyebilir. Yeni ortama adapte olabilmek için insanlar gece görüşü ya da radyasyona dirençli deri gibi yeni fiziksel özellikler geliştirebilirler.
____________________________________________

3 milyon yıl sonra



Numan (homo genomicus): Genetik müdahaleler sonucunda, her türlü değişimin sona erdiği 'doğal' insanoğlu ile üst düzey genetik özelliklere sahip 'numan'lara kadar çeşitli ara-türler üretilecek. Ancak burada 'doğal' insan ile genetik üretim 'numan'lar arasında bir çatışma yaşanacak. Merak edilen soru şu: Bundan kim galip çıkacak?
____________________________________________

4 milyon yıl sonra



Cyborg (humo roboticus): İnsan bedenine robotik katkı rutin haline gelecek. Her ne kadar robotik gelişme, nesillere aktarılan bir özellik olmasa da, insanoğlu hastalık ve dış etkenlere karşı daha savunmasız kalacağından, robotik gelişmeler zorunluluk haline gelecek. Sonuç: robot ile insanın ikili yaşamı. Buradaki potansiyel güçlük de insanoğlu ile rekabete girebilecek yapay zekaların ortaya çıkması olacak.
____________________________________________

5 milyon yıl sonra



Astran (astranthropus): İnsanoğlunun tüm yapısı diğer galaksilere yolculuk için, doğal ve robotik yollarla baştan aşağıya yenilenecek. Astranlar, hayati sistemlerini binlerce yıl canlılık için gerekli destekleyiciler sayesinde dondurabilirken, uzay yolculuğunu robot pilotlar sürdürecek. Yıldızların ötesindeki koloniye ulaşıldığında da astranlar geçici uykularından uyandırılacaklar.
____________________________________________

sevmiyorum. karamsarlığı da felaket tellallığını da. ama bırakın 5 milyonu 1 milyonu, 10 yıl sonra bile dünyanın var olacağından şüpheliyim.

bunu bir kenara bırakırsak; "2000'de o olacak, 2005'te şu olacak, 2010'da bu olacak" gibi başka varsayımlar yapılıyordu 1997'de. ben o zamanlar gazetelerde gördüğüm bu tip haberleri kesip bir ajandaya yapıştırarak arşivliyordum. şimdi bakıyorum da, az bir kısmı hariç hiçbiri öngörüldüğü gibi olmamış, olmadı, olmayacak.

Bkz 06.12.1997 tarihli Milliyet Gazetesi'nden kestiğim kupürdeki, Time'ın araştırmalarına dayanan öngörüler:
1999- erkeklerde doğum kontrol hapları ve iğneleri yaygın olarak kullanılacak. (?)
2000- gen terapisi, hiv pozitif veya kanserli hücreleri tedavide kullanılacak.
(?)
2001- duvarlara monte edilen 1m uzunluğundaki ekranlarda tv izlenecek.
(bildiğimiz plazma, lcd tv)
2003- kameralı ve ekranlı mobil telefonlar sayesinde her yerde film izlenebilecek, oyun oynanabilecek.
(nokia n-gage ve türevleri..)
2005- internete bağlanan aktif kontakt lenslerle, gözleri açmaya gerek kalmadan e-postalar okunacak, sörf yapılacak. tatil görüntülerinin bulunduğu posta kartları veya aynı boydaki ekranlar marketlerde satılacak.
(?)
2006- molekül yapılarında elektronik duyular bulunan, çökme ve sıkışmayı haber veren akıllı yapı malzemeleri üretilecek. akıllı malzemelerden üretilen giysiler, hava sıcaklığını haber verecek ve sıcaklığa göre derece değiştirecek.
(?)
2007- arabalarda kullanılacak çok açıdan ve uzak görüşlü radar sistemiyle kazalar önlenecek.
(?)
2010- sahibinin sesine göre programlanmış robotlar evdeki her şeyi kullanacak, tamir ve kontrol edecek.
(hep birlikte daha tembel günlere..)
2015- bütün hastalıkların genetik kökeni bulunmuş olacak. (bak bu iyi haber işte!)
2016- holografik (üç boyutlu resim veren negatif) telefonlar, aranan kişinin bütün hayatı boyuncaki görüntüsünü sunacak. (yok gari boncuk!)
2017- insanlar mars'ta yaşamaya başlayacak. 2044'te ise kalıcı yerleşim yeri olacak. (onu bilmem de 2017'de dünyaya bir şey olacak, kesin.)
2020- bin kişiyi saatte 900 kilometreyle 9000 kilometreye kadar götürebilecek kanatlı uçaklar kullanılacak. (hoop, tabakhane o tarafta değil!..)
2022- dışarıda büyütülen ceninler yine dışarıda oluşturulan döl yataklarında döllendirilecek. böylece insan vücuduna gerek kalmadan doğum yapılacak. (ee, ne anladım ben bu işten?)
2025- beyne bağlanan bilgisayarlarla duygular ve düşünceler öğrenilecek. (off en fenası da bu olacak sanırım..)
2030- suni iç organ üretiminin ardından, suni kol-bacak-göz üretimi başlayacak. uzun süreli uzay yolculuklarında insanlar kış uykusuna yatacak. (her şey tamam, bir bu eksikti)
2040- nükleer reaksiyonla elektrik üretilecek. (nükleer santral? o zaten var! değil galiba, başka bir şey demek istemişler..)
2044- kendini üretme kapasitesi olan mikroskobik robotlar geliştirilecek. (hah, sonra hepsi kontrolden çıkıp üremeye başlasın, bizi ele geçirsin de görelim günümüzü! hehe)
2500- insan ömrü 140 yıla çıkacak. (bayılıyoruz uzun yaşamaya. sanki bok varmış gibi..)


bilimadamları böyle öngörüler yapmayı seviyorlar. kötü birşey değil, ama bence bir faydası da yok.

bir de nedense, dünyaya ne olursa olsun insanlar asla yok olmayacaklarmış gibi düşünülüyor. sanki her şey olur da insan türü canlılar hep var olmaya devam edecekler gibi, "5 milyon yıl sonra bu hale geleceğiz" diye öngörüler sunuyorlar... kendi türünün yok olabileceği ihtimalini düşünmek bile istemiyor beyinlerimiz. hani "herkesin başına gelir de bana birşey olmaz" diyen bilinçaltımız gibi yani...

"bakın halen dünyanın içine ediyoruz" ya da "bakın dünyayı mahvettik sıra diğer gezegenlerde, haydi virüs gibi bunlara da yayılalım" der gibi..
kıyamet, marduk vs ner ne ise; hani bir diğer öngörülerden, felaket senaryolarından biri olacaksa olsun da insanlık bitsin, dünya kendi halinde dönsün dursun. içinde yaşadığı gezegene en çok zarar veren -hatta tek zarar veren- canlı türü insan (ve tüm ürettikleri) ortadan kalkarsa belki en azından gezegen kurtulur da bilmemkaç yüz-bin-milyon herneyse yıl sonra kendini toparlayarak insanlık öncesi o eski tertemiz haline geri döner... ha sonrasında yeniden insan benzeri bir başka tür evrimleşip de gelişir mi, bu kısır döngü devam eder mi orasını bilemem..
bir de, 1 milyon yıl sonra alien gibi gözler olacakmış da sonrasında o gözler yeniden insan gözü şekline geri mi dönecekmiş?..

05 Aralık 2008

kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi aklımda kimse yok aslında hepsi ak-lım-da
kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse kimse

04 Aralık 2008

bir baş ağrısı eksikti...

hepsi yanılsama

Çarşambalarım acayiptir. perşembelerim daha da acayip ama şu an konumuz acaip geçen bir çarşamba günü.

dün, otobüste tarabya'ya giderken, saat 14:32'de boğaziçi köprüsünün altından geçmekte olduğumuz sırada kulaklığımda radiohead - paranoid android çalıyordu ve iki sıra önümde oturan çiftin 3 yaşlarındaki çocuğunun ağlama sesi kulaklığımı delip beynime ulaştığında "oha" dedim.. çünkü çocuk, thom yorke'ün "rain down, come on rain down on me" derkenki sesiyle aynı tonda ağlıyordu.. şarkıya eklenmiş bir efekt gibi oldu..

bu belli etmişti zaten günün acayip geçeceğini.

sonrasında peyote'deydim. ars longa dinleyecektim. bardan aldığım not kağıtlarına yine birşeyler yazdım...

yine aynı yer, yine aynı pozisyon. bu defa 2nci biramı içiyorum. ars longa henüz başlamadı. ama bu kez 24 saattir uyanık durumdayım.
her an ağlayabilirmişim gibi geliyor. "istanbul uyurken"i söylüyordum kendi kendime, gözlerimi kapattığımda yine aynı yerçekimsizlik hissini yaşadım... oysa ki "edhearcrowl" çalıyor imiş. tabii ismi buysa. tam göremedim bilgisayar ekranından.
bazen içimden çok şey geliyor. bir de yapabilecek kadar cesur olabilseydim.. ya da otostopçunun galaksi rehberindeki o silaha sahip olabilseydim...
ağlasam ne değişir şu an?
"yaşanmamış hiçbir şey kalmasın hayatımda" ama yaşanmamış olarak kalacağını düşündüğüm şeyler var orada işte.. sinir bozucu olan da bu ya...
bazen insanların benim bir gerizekalı olduğumu düşündüklerine inanıyorum.
BAŞARDIM! sonunda başardım. evet yaş geliyor gözlerimden.. "istanbul uyurken ağlarım yalnızlığıma"
hepsini ben yaptım. kendi beynimde kendim yarattım. sebebi benim. sonucu da benim. o yüzden hiçbir şeye pişman olmamam gerekiyor.
suede - europe is our playground çalıyor.
sanırım bunu yapacağım. "istanbul uyurken" çalarken sahneye fırlayıp sinan'la beraber söyleyeceğim...

KORKUYORUM.
çok şey istememiştim. sadece.. neyse boşver, kimse yaralanmasın.
KAHRETSİN!
23:28 ars longa sahnede. "bir son" ile.
ardından çalan "istanbul uyurken"de ne kadar istesem de fırlayamadım sahneye. dizlerim titriyor. uzun zaman olmuştu katıla katıla ağlamayalı. sanırım bu ilkdördün ruhundan.
oysa ki neler demek geliyor içimden.. oysa ki ne kadar
saçma sapan!..
cesaret biraz. cesaret. sahneye fırlayıp şarkıyı söylemek için biraz cesaret.
yalnızım, tekten yalnızım..


yaptım. o cesareti buldum ve fırladım sahneye. şarkının sonuydu. kapatıp gözlerimi "ve gelmedi hiç gelecek" dedim mikrofona. indim. daha da ağladım sonra. çünkü gelmeyecekti hiç gelecek. o cesareti bana verene gidip sarılarak ağladım. birine sarılarak ağlamak, üstelik sarıldığın kişinin sesiyle büyülendiğin kişi olması. ona sarılıp ağlamak, onun şarkılarını dinleyip ağlamaktan çok daha huzur vericiymiş.


sanırım bugün itiraf günümdeyim. haydi bakalım...




ve günün sonunda kendi kendime şunları itiraf ettim.
evet. hepsini ben yaptım. hepsi yanılsama. ben yaptım.
ben.
yaptım.
yanılsama.

(ah bu da kalbim, yarattı deveyi dehşet içinde)
(kimse yok aslında hepsi aklımda)



Edit:   Yıllar sonra denk gelip de youtube'da bu konserdeki "istanbul uyurken"in videosunu buldum...

03 Aralık 2008

why don't you find out for yourself?..

vast

ismi "visual audio sensory theater" baş harflerinden oluşur. ikinci albüme kadar bir grup degildi, sadece ve sadece jon crosby'den ibaretti. besteler, sözler ve aranjmanların yanında, enstrümanların da çoğunu kendisi çalmıştır ilk albümde. önemli bir detay da albüm çıktığında kendisinin yirmili yaşların başında olmasıdır. hatta allmusic.com un dediğine göre 13 yaşında iken guitar player magazine tarafından gelecek vaat eden bir gitarist olarak gösterilmiş. ardından, peşine justin cotta(gitar), thomas froggatt(bas gitar) ve steve clark'i(davul) takıp "music for people" adlı albümü çıkardı. 2006'da gitarda ben fenton ve davulda dustin williams 'ı gruba ekleyerek konserlere devam etti. ayrıca "touched" isimli şarkısı "the beach" filminin teaserında fon müziği olarak kullanımıştır. 


 diskografi:
april (2007)


nude(2006)


turquise + crimson (2006)



a complete demonstration(2006)




free (2004)



music for people (2000)



visiual audio sensory theater (1998)










son olarak, Bang Band SiXXX - Relay EP internet üzerinden ulaşılabilir durumda.







benim vast'i tanımam ise, 2007 ağustosunda k-rock'ta çalışırken "april" albümünden "tattoo of her name" adlı şarkısını duymam ve anında aşık olmam şeklinde oldu... ardından "visiual audio sensory theater" albümünden "you" da bende ayrı bir yer edinmiştir.. 


sözleri haricinde melodisinde de bir hüzün barındırır. şarkı ilk başladığında bunu hissedersiniz.. sonra jon crosby abimizin yumuşak sesi hikayeyi anlatmaya başlar.. 

She told me he was beating her today 
And she showed me all the bruises on her face 
I said, "baby, can I make it all ok?" 
She said, "honey, you should make him go away" 

There's a hundred thousand dollars in the bank 
And the policy he took out yesterday 
We can live outside the country for awhile 
Until things smooth over and get under control 
There's a tattoo of your name across my soul 

buradan itibaren elektro gitar da eşlik etmeye başlar, hikayenin gelişme bölümüne gelinmiştir. 

I bought a rifle and black guns without a name 
For an alibi she went six states away 
When I saw him I felt fire I felt cold 
Like the devil and the lord wanted my soul 
 Like the tattoo of your name across my soul 

So I shot him in his car until he died 
I called to give the signal and she cried 
Life has a way of making other plans 
She called the cops and said I was a crazy man
I'm gonna get this thing removed when I can 

ve işte burada, crosby abimiz sesini yükseltir. hikayemizin en acıklı kısmına gelmişizdir, gerçekler göründüğü gibi değillerdir.. 

There was never any policy 
And the bruises came from falling on the street 
So the judge gave me one hundred thousand years 
In the courtroom she was filling up with tears 

I saw her hold the lawyer's hand real tight 
They looked tired from not getting sleep last night 
Seems the whole time she had me under control 
With a tattoo of her name across my soul 

She gets off and I will never have parole 
Just this tattoo of your name across my soul 
Just this tattoo of your name across my soul...

şimdilik bu kadar, daha sonra üzerine yeniden konuşacağız... 

  (italik yazılı kısımlar ekşisözlükten alıntıdır.)

02 Aralık 2008

denk geldim, çok hoşuma gitti, alıntıladım...

"korkuluğa ihtiyaç duymayan başaklar gibi
uçsuz bucaksız bir huzur, (varlığın)
uzaktaki doğuları okşayan ipekten yol, (sesin)
masmavi gecede yakamoztaşı, (gözlerin)
ödünç ve kibrit, (bileklerin)
bir paraşüt gibi açılıyor bazen, (omuzların)
dokunmak için şişkin bir bahaneye sığındığım, (karnın)
dünyanın tüm bilgelerinden icazet almış, (bilgiçliğin)
savaş alanındaki ince kırmızı bir hat, (dudakların)
just another false alarm! (bu kez değil!) "

çöp tenekeme bırakılmış bir başlık, just another false alarm.. içeriğinde yazılanlar böyle, bakalım daha kaç yaşımıza daha gireceğiz ? kimse bilemez, her geçen an bir yanılgı ile doğruluyoruz zamanı, şarkıyı, rüzgarı.. ve dikkatli baktığında, üç kez göreceksin içinde adını.. belki de öyle geç göreceksin ki, sana gösterdiklerinde adını unutmuş olacaksın..

(mafizzamir teklif, 15.11.2004 02:02 ~ 07.12.2004 03:00)

engel

sabahın köründe bu sorunsal takıldı kafama:
x kişisi y kişisini msnde neden engeller?
  1. y'nin bir kabahati yoktur, sadece x, bir süre gizlenmek istemektedir.(canım öyle istedi modu, tribe girmek de diyebiliriz)
  2. x, y ile konuşmak istememektedir. (ilgisizlik modu)
  3. x, y ile konuşmak istemektedir ama konuşmaması gerektiğinden kendini durdurmak istemektedir. (biri beni durdursun modu)
  4. y, vakt-i zamanında x'i rahatsız etmiştir; x, canının sıkılmasını istememektedir.(şimdi hiç çekemem modu)
  5. y, x'in kafasının karışmasına neden olduğu için, x bir süre y'nin varlığını görmek istememektedir.(gözüm görmesin modu)
  6. x, y'nin neler söyleyebileceğini tahmin etmektedir, o söylenenlere karşı verecek cevabı olmadığından muhatap olmak istememektedir.(zora gelememe modu)
  7. x, y'yi hiç tanımamış olmayı istemektedir.(bıkkınlık modu)
  8. x, y'yi meraklandırmak istemektedir.(bakalım ne yapacak modu, bir çeşit nispet de diyebiliriz)
  9. x aslında ne istediğini bilmemektedir.(mallık modu)
  10. y, x'in patronu, ebeveyni vb'sidir, o an msnde olmaması gerekmektedir ama olması da gerekmektedir.(saklanma modu)
düşünün bakalım.
şimdiye kadar msnde engellediklerinizi neden engellediniz?
peki karşı taraf bunun farkına varmış mıdır? varmışsa bu durum karşısında ne düşünmüştür?
neden insanlar açıkça "şu an konuşmak istemiyorum" demezler de bu tarz yolları seçerler? karşılarındakini kırmamak için mi?
hayır!
bencilliklerinden.
bunu söyleme zorluğunu kaldıramayacak olduklarından. (evet, zora gelememe modu)
emin olun, karşınızdaki kişiye o an onunla konuşmak istemediğinizi söylemek ve mümkünse nedenini de açıklamak, hiçbirşey söylemeden engellemekten daha az kırıcı olacaktır. en azından dürüst olmanız nedeniyle durum karşı taraf için daha kabul edilebilir bir hal alacaktır, ayrıca "neden" sorusu beynini bir kurt gibi kemirmeyecektir. zaten bir süredir tıkanık konuşmalar yapmışsanız, karşınızdaki kişi konuşmak istemediğinizi anlayıp üstünüze gelmemeye başlamıştır. bu durumda engellemeye falan gerek yoktur. eğer ki karşınızdaki kişi bunu anlayamayacak düzeydeyse ve halen üstünüze geliyorsa bir ihtimal engellenmeyi haketmiştir..

otostopçunun galaksi rehberi

yaklaşık 3 yıl sonra yeniden izlediğim film hakkında şu an fazla şey yazmayacağım. yalnızca birkaç alıntı yapacağım o kadar.

"don't panic!"
(
All that we fought for, all those places we've gone, all of us are done for... we live in a beautiful world, yeah we do, yeah we do... )

"
zaman bir yanılsamadır. hele öğlen vakti ise iki misli yanılsamadır."

"bugün perşembe olmalı.
perşembelerim hep berbat geçer."

"2'
2079460374/1 " -- "2079460374" :/

"işte buradayım! gezegen büyüklüğünde bir kafam var ama benden sizi köprüye götürmemi istiyorlar. buna iş memnuniyeti denebilir mi? ben demem."

"evren = 42"

"sorunun tam olarak ne olduğunu bildiğinizde cevabın ne olduğunu anlayabilirsiniz."

"kendinizi kurtulma umudunun olmadığı bir yerde bulursanız:
bugüne kadar yaşam size iyi davrandığı için ne kadar şanslı olduğunuzu düşünün.
alternatif olarak; eğer yaşam, size yeteri kadar iyi davranmadıysa -ki içinde bulunduğunuz koşullar öyle olmadığını gösteriyor- artık başınıza başka dert açmayacağı için ne kadar şanslı olduğunuzu düşünün."

"ana galaktika ansiklopedisi, aşk ile ilgili bölümünde, aşkın tanımının son derece karmaşık olduğunu belirtir.
otostopçunun galaksi rehberi ise aşk için şunları söyler:
mümkünse, uzak durun"

"normal nedir?
-ev nedir?
-eşek nedir?"

"is
permeçet balinasının düşerken aklından geçenler:
-hey neler oluyor? ben kimim acaba? neden buradayım? hayattaki amacım ne? 'ben kimim' derken neyi kastediyorum? tamam sakin ol, derhal kendini topla. çok ilginç bir duygu bu. şeyimde karıncalanmaya benzer bir şey hissediyorum. şu 'şey'e bir isim bularak başlasam iyi olacak. ona 'kuyruk' diyeceğim, evet kuyruk. 'kafam' olarak adlandıracağım şeyin yanından geçen şu kükreyen ses de ne? 'rüzgar'! bu isim iyi oldu mu? bence oldu. evet, çok hoşuma gitti. heyecandan başım dönüyor. yoksa rüzgar yüzünden mi? çünkü etrafta ondan çok daha fazla var. aniden üzerime büyük bir hızla gelmeye başlayan şey de ne böyle? o kadar büyük, yassı ve yuvarlak ki kulağa kocaman gelecek bir isme ihtiyacı var. 'ooppr', 'tooppr', 'toprak' gibi. işte bu! toprak! benimle arkadaş olur mu acaba? merhaba toprak!"

"rain down, come on rain down on me from a great height.."

"bir saksı petunyanın düşerken aklından geçenler:
-yo, hayır, yine mi?"

"bir baş ağrısı eksikti..."

"yaşam döngüsünün başlangıcı için hazır olun.
3
2
1
....."
(bak, birden durdu tüm dünya.. 4.... 3.... 2.... 1....)

"dikkatsizce konuşmanın hayatlara mal olabileceği herkes tarafından bilinir. ama sorun her zaman
göründüğü gibi değildir. örneğin, arthur dent tam "harika havlum olmadan hiçbir yere gitmek istemezdim" dediği anda, uzay-zamanı yapısı içinde bir solucan deliği oluştu ve sözcükleri; zamanda geriye, uzayın ulaşılması mümkün olmayan, galaksinin en ücra köşesine, tuhaf ve savaşçı yaratıkların neredeyse yıldızlar arası korkunç bir savaşa girmek üzere olduğu bir zamana taşındı. göz kamaştırıcı siyah savaş donu giymiş iki düşman lider, ürkütücü bir sessizliğin ortasında son kez buluşmuşlardı. işte tam o sırada "harika havlum olmadan hiçbir yere gitmek istemezdim" cümlesi, toplantı masasına doğru sürüklendi. ne yazık ki bu, dillerinde bilinen en aşağılayıcı hakaretti. bunun üzerine düşman savaş filoları, aralarındaki anlaşmazlıklara son verip güçlerini birleştirerek galaksimize, hakaretin kaynağı olarak tespit edilen yere doğru saldırıya geçtiler. güçlü uzay gemileri, binlerce yıl uzayın çorak boşluğunda yol aldıktan sonra savaş çığlıkları eşliğinde dünyaya saldırdılar. ama büyük bir yanlış hesaplama yüzünden bütün savaş filosu küçük bir köpek tarafından yutuldu. neden-sonuç ilişkisi üzerine uzmanlık yapmış kişiler, bu tarz olayların evren tarihinde her zaman olduğunu söyler. "

"elveda ve balıklar için teşekkürler
olayların bu noktaya gelmesi çok üzücü
sizi uyarmaya çok çalıştık
ama
sizin bizi anlamamış olmanız
tamamen kendi anlayışsızlığınız
üstelik çevrenizdeki birçok doğa harikasına rağmen..
elveda, elveda ve balıklar için teşekkürler
dünyanız yok olmak üzere
sinirlenmeyin, olan oldu bir kere
arkanıza yaslanın ve bırakın gezegen yok olsun.
tonbalığı ağlarına rağmen
yine de bazılarınızı çok sevdik
özellikle küçük bebekleri ve hamile kadınları
elveda, elveda ve balıklar için teşekkürler..."
"yaslan geri, başlat yine. zaman yok ki, yalandı,bizden uzaktı, bilsen nelere kadir insan!"