18 Ekim 2006

gölgem

18 Ekim 2006 02:35

Bu aralar pek sık ıslanıyor gözlerim.. Bir şeyler eksildi, koptu içimden sanki.. Bir tek gözlerimdeki ıslaklık yalnız bırakmıyor beni; ha bir de gölgem, o da ışık varsa eğer - ki ben geceleri küçücük odamda karanlığın içinde kendimle başbaşayım.. Oyuncak kaplumbağasına sarılmış,uyumaya çalışan bir kadın… Ben…
Gündüzler de gecelerden pek farklı değil aslında.. Çalıştığım yerde işimden kafamı kaldırıp etrafıma baktığımda yine aynı sadık dostumdan başkası yok yanımda: gölgem.. Ruhum bile benle değil sanki..
Bu aralar pek bir sık ıslanır oldu gözlerim; bazen bir damla,bazen sayısız yaşla.. Artık yaş akıtacak dermanı kalmamış,kızarmış gözlerim… Gün boyu beynimde dönüp duran şarkılar,içime çektiğim duman.. Yine eksik yine eksik.. Yarım kalmış bir ruh… Ben..

Yine de mümkün olduğunca dik tutuyorum başımı,gözlerimdeki ıslaklığa kızıyorum hatta.. ”Hayır!” diyorum, “söz verdin ona, ağlamayacaksın…” Öyle ya, daha en başından biliyorduk ikimiz de zor olacağını; şimdi öyle yan çizmek, çökmek yoktu.. Hayır, bir çok derdinin üstüne bir de ben gelmemeliydim, üzmemeliydim onu üzüntümü yansıtarak.. Sustum ben de… Kaplumbağama anlattım içimdekileri, ve gölgeme ve yastığıma ve duvarlara.. Belki o da ağlıyordur ben gibi,bilmiyorum.. Belki de sadece bunu bilmek istiyorum iyileşmek için….






01 Temmuz 2007 04:11


Bu aralar yeniden ıslanıyor gözlerim, sıkça. Şarap ve sigara gecenin karanlığında; üstelik, Istanbul’da.. Ağlamamaya söz verdiğim ‘o’nunla ilişkimiz “kötü bir film gibi başından sonu belli” bir biçimde sona erdi çoktan, hiç abarttığım kadar da değilmiş üstelik hislerim falan. Hatta ondan sonra birkaç kötü film daha geçti hayatımdan..
Birkaç beş dakika, ve sonra güneş ha doğdu ha doğacak..yarı açık pencereden içeri sızan martı seslerine kapılan ruh… Ben...
Bu aralar bir garip hallerdeyim, kafamda onlarca “ne olacak" sorusuyla baş etmeye çalıştıkça bir yanım “Hadi len ordan! Belki de dünyanın beş yıl ömrü kalmıştır, boşversene!” diyor, fonda da David Bowie’nin "Five Years" şarkısı ona eşlik ediyor.. Böylece kafamdaki “ne olacak” sorularından dünyayla ilgili olanlar alıyor ellerine dizginleri. Haydiiiii... Gel de çık işin içinden.. Bu defa başlıyorum minik oyuncak eşeğimle konuşmaya.. Yok anacım, eşek hoşaftan anlamadığı gibi derdimden de anlamıyor, güzel gözleriyle bön bön bakıyor bana, kulakları eğik aşağıya..

15 Ağustos 2006

mavera maşuka

Her gün aynı monotonlukta geçen iş günlerinden biri daha bitmek üzereydi.. Ertesi gün izinliydi ve bir an önce gitmek istiyordu bulunduğu yerden.. Sonra telefonu çaldı.. Arayan çok uzaklardan o şehire ziyarete gelmiş bir can idi, kardeş idi, dost idi, adı kendi gibi güzel bir kız idi.. Yarın için planlar yapmak üzere aramıştı ama o fikirlerini söyleyemeden karşılık geldi:
- Nerdesin şu an?
- Taksim'deyim Kabil..
- Ohoo saat kaç, nasıl gideceksin taa Kadıköye?
- Valla giderim bi şekilde...
- Olmaz.. bizde kalsan bu gece, olmaz mı?
- Olur tabii..
- Öyleyse orada bekle, ben bi saate kadar yanına gelip alırım seni..
- Tamam bekliyorum, görüşürüz..
Hemen patronun yanına gidip çıkması gerektiğini söyledikten sonra yola koyuldu Kabil.. Bir an önce varmak istiyordu "can"ının yanına.. Otobüs'ün gelmesine on dakika vardı, bekleyemedi.. Atladı taksiye.. Taksim'e gelmesine kısa bir süre kala arayıp haber verdi telefonla Mavera'ya.. İndi ve cumhuriyet heykelinin altında beklemeye başladı.. Sonra İstiklâl'den çıkageldi güzel kız Mavera.. Hasret ve sevgi dolu bi kucaklaşmanın ardından yola koyuldular ve başladı kulaklarında anarşist müzikler ile geçen yarım saatlik yolculuk..

İlk kez bir bayanı ağırlayacağı için Kabil, annesi ve babasının nasıl davranacağından emin olmaz bi halde yürüyorlardı son iki dakikalarını.. Nihayetinde eve vardıklarında herkesin üzerinde ilkleri yaşamanın ince gerginliği vardı ki bu gerginlik birkaç dakika sonra ortadan kaybolmuştu..

Gecenin ilerleyen saatlerinde Kabil'in anne ve babası uyumuştu ve onlarınsa uykuları yoktu.. "Nescafe içer misin?" dedi Kabil. İçtiler.. Çok mutluydu Kabil..
Sabah altı buçuğa geldiğinde; sürekli kulakları pamuk ile tıkalı gezen kör bir çocuğun duyduğu bir müziği aramasını konu alan güzel bir filmin sonundaydılar.. Kabil'in gözleri düşüyordu, başı da arkasından.. Mavera "uykun geldi mi?" diye sorduğunda "hayır" diyordu ama iki dakika geçmeden gözleri kapanıyordu.. Nihayet film bitti ve balkona çıktılar doğan güneşi selamlamak üzere.. Hava bulutluydu ama sıcak ve güzeldi.. Kabil ve Mavera baktıkları manzaranın etkisiyle sarhoşlaşırken dayanılmaz bir çekimi vardı aralarındaki bağın.. sonra içeri geçtiler ve Mavera yatağına girecekti.. O esnada gözlerindeki sarılma arzusunu içine atsa da Kabil, Mavera O'na baktığında bunu hissetmiş olacak ki yanına gidip sarıldı "canım kardeşim" diyerek.. Kabil'de öptü yanaklarından aynı şekilde.. Birbirlerine "iyi uykular" deyip geçtiler yataklarına..

Zamansız bir telefonla, beş saatlik uykusundan uyandı Kabil. Annesi de uyanıktı o esnada ve tv izliyordu sıkıntıdan.. Mavera uyuyordu ama Kabil bir an önce uyansın da gezsinler istiyordu.. Nihayet kahvaltı sofrası hazırlandığında Kabil odasına girdi Mavera'nın.. Çok güzel uyuyordu ve dokunmaya kıyamıyordu bu yüzden.. Yanına kıvrılıp uyumak ya da öperek uyandırmak istedi Mavera'yı.. Sonuçta tek yapabildiği elini O'nun omzuna koyup "-şşşştt güzel kız, uyan" diye fısıldamak oldu.. Bir rüyadaydı Mavera ve uyandırılmıştı.. Bir rüya daha yarıda kesilmişti.. Yine de o an bunu söylemedi Mavera, çünkü alçak gönüllüydü.. Kahvaltı sofrasına geçtiler, Kabil'in annesi ve babası çabuk alışmışlardı Mavera'ya.. Kendi çocukları gibi davranıp, rahatça gündelik konuşmalarını, şakalarını yapıyorlardı sofrada bile.. Bunu fark eden Mavera da rahatlamıştı ve hoşlanmıştı bu durumdan...

Bu hoş ortamda sonlanan kahvaltının ardından bir saat kadar bilgisayar denen icadın başında vakit kaybettiler.. "Kaybettiler", çünkü bundan sonra yaşayacakları şeyler o zamanın kaybedilmiş olduğunu gösterecekti onlara.. Artık gezmeye karar verdiklerinde Mavera eşyalarını topladı, vedalaştı Kabil'in anne ve babasıyla.. Mavera'nın ailesine selam yollayarak ve tekrar beklediklerini söyleyerek yolcu ettiler..
Pierre Loti'ye doğru yirmi dakikalık yürüyüşlerinin başlangıcında evdekilerin çok sıcakkanlı olduklarından bahsetti Mavera.. Kabil utandı, teşekkür etti eğik başını kaldıramadan.. Pierre Loti'ye geldiklerinde "Sanki daha önce gelmişim gibi hissediyorum ilk kez gelmeme rağmen.." dedi Mavera.. Sonra bir tesisin içine girdiler, oturacak bir yer buldular.. Mavera'nın karşısına oturdu Kabil.. O, manzaraya hayran hayran bakarken, Kabil O'nu seyrediyordu.. Sonra "Yanıma otursana" dedi Mavera.. Yanyana oturdular ve kulaklıklarını takıp aynı müziğe eşlik etmeye başladılar..

Mavera, Kabil'e hatıra olarak bıraktığı fotoğrafının arkasına yazmaya başladı;
"23.07.2006 18.00 Haliç'e karşı kahve... Kaybolursam şarkı söyle..."

Kabil için bunun anlamını bilmiyordu belki.. O ana kadar birkaç kez "Ayaklarını yerden keseceğim" diyen Kabil, kolundan tuttuğu gibi teleferiğe götürdü onu.. Sevinçten sürekli yüzü gülüyordu Mavera'nın.. Durup durup sarılıyordu Kabil'e "canım kardeşim benim" diyerek.. Ardından binmek vakti geliyordu teleferiğe.. Gökyüzünde mavi bir kutunun içinden Haliç'e bakmak eylemini gerçekleştiriyorlardı..
Tam yolculuğun ortasında geldiklerinde o uzaktaki şehirden bir arkadaşı arıyordu ve telefonunda bir şarkının melodisi vardı; "bir derdim var artık tutamam içimde, gitsem nereye kadar kalsam neye yarar hiç anlatamadım, hiç anlamadılar.."
Telefondaki arkadaşı sordu "ne yapıyorsun" diye, "uçuyorum" dedi Mavera..
Aklına yer ediyordu bu laf Kabil'in, "uçuyorum..."

Yere indiklerinde ikisi de mutluydu ve hala gülümseyip sarılıyorlardı.. Eminönü'ye gidiyorlardı ve vardıklarında hayatında ilk kez boğaz turuna çıkıyordu Mavera.. O an yanında sadece Kabil vardı ve vapurun en arkasına, suya en yakın kısma oturup ayaklarını boşluğa uzatıyorlardı.. Birbirlerine sarılıp kalkış vaktini beklerlerken karşılarında duran Galata Kulesi hakkında konuşmaya başladılar..
Mavera dedi ki: "Kız Kulesi'nin sevgilisidir bu Galata Kulesi, yanına gittiğimizde selamını iletiriz..""Tamam" dedi Kabil ve birlikte güneşin Haliç üzerinden batışına baktılar.. Sonra harekete geçti vapur, Kabil'in sol kolu Mavera'nın boynunda, Maveranın sağ eli Kabil'in belinde hayran hayran İstanbul'u ve Boğaz'ı seyrederek seyahat ediyorlardı.. Burjuvaların evlilik partisi verdikleri bi noktadan geçerlerken sinirlendi Kabil, birkaç iğneli laf da Mavera sayıkladı bu anda.. Sonra ikisi birden orta parmaklarını gösterdiler partideki davetlilere..
İlerleyen dakikalarda küçük bir tekneye rastladılar, üst kısmında küçük bir Türk bayrağı asılıydı, bir metre kadar altında da Türk bayrağının en az iki katı büyüklükte bir USA bayrağı vardı.. Kabil sinirlenip ona da kaldırıyordu orta parmağını ve Mavera sayıklıyordu "USA bayrağı Türk bayrağından daha büyük" diye kızgınca.. Mavera'nın aklında, bayrağı büyük olan o devletin emperyalist vahşeti vardı, ve nefret ettiği savaşı sürdüren bu devlete ve başındaki yöneticiye küfürler yağdırıyordu..Kısa bir süre sonra boş bir meyve suyu kutusu atıldı üst kattan suya.. Mavera sinirlendi ve yukarı çıkmak üzere harekete geçti ama Kabil durdurdu O'nu.. Kimsenin, hiçbirşeyin bu güzel anı bozmasını, bu ilk'in kötü geçmesini istemiyordu çünkü.. Sokolundan yaptığı küçük bir baskıyla sarıldı Mavera'ya.. Mavera da anladı ne demek istediğini.. Hç konuşmadan anlaşıyorlar ve tekrar boğaz suyunun maviliğinde hayallere dalıyorlardı omuz omuza..

Yolculuğun yarısına kadar melodisiz gittikten sonra şarkı söyleme ihtiyacı hissettiler.. Mavera aldı teknoloji yaratığı mp3 oynatıcısını ve bir kulaklığı Kabil'in kulağına diğerini,kendi kulağına taktı.. Öle bir şarkı açtı ki, şarkının girişinden bitişine kadar tüm tüyleri diken diken oldu Kabil'in..
"hayat doğuda sessizlik suskunluk anlamında batıda ise değerli bir taş sanki
susmak doğuda erdem, meziyet anlamında batıda ise değersiz bir hak gibi..
ayır bizi boğaziçi..
kurtar beni boğulmadan
ayır bizi boğaziçi..
kutsa beni atlamadan..
gülmek doğuda utanç kibir anlamında batıda ise doğal bir istek sanki
bilgi doğuda saygınlık itibar anlamında batıda ise paraya endeksli..
ayır bizi boğaziçi..
kurtar beni boğulmadan
ayır bizi boğaziçi..
kutsa beni atlamadan..
acı yarınım, sonsuz çile
politik ayna yok hiçbir dinde.. "

O andan sonra boğazın sularına şarkılar söyleyerek sürdürdüler yolculuklarını.. Nihayet tur bittiğinde acıkmışlardı.. Balık yemeliydiler, öyle istiyordu Kabil.. Mavera da onayladı bunu.. Oturup insanların çöpleriyle kirlettiği bir kıyıdan Galata'yı seyrederken yiyorlardı balıkları.. Şalgam suları yakarken boğazlarını hala gülüyorlardı birbirlerine.. Gün içinde ikinci kez çalıyordu Mavera'nın telefonu.. Kendisini eve bekleyen kuzeni arıyordu ve Mavera cevap verdi: "Mutluyum, balık yiyorum..."
Aklına yer ediyordu bu laf Kabil'in; "mutluyum..."

Sonra balıklar bitince gitme vaktinin geldiği anlaşıldı.. Saat akşamın 10'u olmuştu.. Önce vapur iskelesine baktılar ama seferlerin bitmiş olduğunu gördüler.. Mecburen Taksim'e hareket ettiler.. Dolmuşa binmeden son kez Kabil'in boynuna sarıldı Mavera.. İkisi de bu güne minnettar kalıp birbirlerine teşekkür ettiler.. Ardından Mavera, "dolmuş" isimli metal yığınının içindeki yerini aldı.. Kabil tüm bu teknolojik oluşumların arasından duygularını belirtecek bakışlar yolluyordu ve Mavera bunu fark ediyordu.. Son bir el salladılar birbirlerine araç hareket ederken.. ve son bir işaret.. rock işareti denen şey..
Gitmeden önce Kabil'in söylediği son şarkı kalıyordu beyinlerinde.. İkisi farklı araçlar içinde ayrı yönlere, evlerine doğru giderken beyinlerindeki şarkı aynı.. "son bir sigara içelim, öyle git gideceksen, ne olur yavaş iç, yavaş iç dönmeyeceksen..." Mavera'nın ağzından çıkan ve aklına yer etmiş sözler geçiyordu Kabil'in beyninden; "uçuyorum..""mutluyum..""haliç'e karşı kahve.. kaybolursam şarkı söyle... "

Yaskaman
Tem 24, 2006 3:34 pm







Ve Mavera, Düşeşşek'ini aramıştı Pierre Loti'de keyif çatarken.. "Efendim" demişti, ilk odasını hazırlayan Düşeşşek.. "Pierre Loti'deyim eşşeğim, sende olsaydın.." demişti Mavera.. Üzülmüştü Düşeşşek.. Böyle bir ana nallarıyla ayak basmak, kafasını gökyüzüne çarptırmak.. Uçan bir eşşek, düşeşşek olmak istemişti o anlık.. Bir sürü mutluluk yaşamıştı üstüste..
Mavera'nın ve Kabil'in mutluluğunu düşündü Eşşecik.. "Olmasam da olurdu" dedi.. "olmasam bile ordayım nasılsa"..
Mutluydu Mavera, Kabil, mutluydu Düşeşşek..
Hayat ne güzel.. Ne garip..

giz*
Tem 24, 2006 3:57 pm






Kabil ile Mavera doğan güneşi selamlamak için balkona çıktıklarında, Mavera bir göktaşının düştüğünü görmüştü; ağzı açık, gülümseyerek baktı ve Kabil'e "sanırım bir göktaşı gördüm ahah! "dedi...
Sırıttılar.. İkisi de bu hissi biliyordu, mutluluktu.. Dilek diledi yüreğinden Mavera.. Aynı şeyi Kabil de yapmıştır diye tahmin edecekti sonradan, ama bilemeyecekti..

Boğaz turunun tam ortasında, o zamana kadar Avrupa yakasının kıyısından giden vapur Anadolu yakasına doğru FSM köprüsünün altından dönerken takmışlardı kulaklıkları ve "Boğaziçi"ni diniyorlardı, Mavera tutamamıştı gözyaşlarını, yanakları ıslanıyordu, başı bir önüne düşüyor, bir gökyüzünde renkleri harika olan bulutlara uçuşan martılara yöneliyordu. El sallıyordu martılara, gözünde yaşlar, kulaklarına varıyordu ağzı...
Batan güneşin binaların camlarındaki yansımasıyla oluşan yanıyor görünümlü yanılsamaları yakalayıp "bak! yanıyor....yanıyor..." diye işaret ediyorlardı birbirlerine.. Diyaframıyla birlikte bütün karnı içine çekiliyordu Mavera'nın, bir süre öyle kalıyordu nefessiz, ağlarken sessiz..
Sonra "Comfortably Numb" çalmaya başladı kulaklıklarda ve Mavera'nın en sevdiği o büyülü şarkının en sevdiği dizesi bir daha çektirdi karnını içine, kesti nefesini dakikalarca: "the child is grown,dream is gone..."
Evet, çocuk büyümüştü ve rüya yok olmuştu... Haran hayran doğduğu büyüdüğü ama 6 yıldır uzak kaldığı bu şehri, Istanbul'u seyrediyordu Mavera... Ağlıyordu.. Kabil de duygularına ortak olmuş, omzuna attığı kolunun ucundaki eliyle minicik sol elini tutuyordu Mavera'nın, sıcacık...

Eminönü'nde vapurdan inerken Mavera mırıldanıyordu, "tahta tekerleklerle ceset taşıyorlar,cesetlerin bazıları yaşıyorlar..." sarılıyorlardı...

(Mavera sabahın 6:24ünde bu satırları yazarken teknolojik icat klavyenin tuşlarıyla, düşeşşek camdan bakıyordu ve "Mavera! Bak binalar yanıyor!" diye çağırdı onu cam kenarına... Bir baktı ki yine yanıyordu binalar, ama bu defa doğan güneşin ışıklarıydı yanılsamayı yaratanlar...ve hoperlorlerden Harun bağırıyordu: "Gördüm,gördüm,gördüm! Büyük düşler gördüm!...." Gözyaşları döküldü gözlerinden Mavera'nın.....)

çikolatalıpudding
Tem 26, 2006 10:21 pm






Kabil biliyordu Mavera'nın her ağladığında yüzünü sakladığını.. Bu yüzden sol elinin parmaklarını Mavera'nın sol yanağı üzerinde gezdiriyordu.. O'na neden ağlıyorsun demiyordu ama gözyaşlarını siliyordu..
Göktaşı kaydığı anda Kabil'in tuttuğu dilek; Mavera ile günü sonlandırdıkları anda gerçekleşmişti.. O günlerinin sorunsuz ve muhteşem geçmesinin istemişti, aynen öyle oldu.. Hergünü böyle geçsin istemişti Kabil ve balık yerlerken Eminönü'de şöyle demişti Mavera'ya: "En kötü günümüz böyle olsun..."

Yaskaman
Tem 27, 2006 7:54 am





Plastik bardaklardan içiyorlardı boğazlarını yakan şalgam sularını, Mavera bardağını kaldırdı Galata kulesinin yanan ışıklarına karşı, ve ağzından bu cümle döküldü, evvet,;"En kötü günümüz böyle olsun...."
Ne güzel bir dilekti o..
Eve dönüş vakti geldiğinde yemek üstü sigarasını ateşleyen Mavera'nın aklından geçiyordu o sırada Kabilin mırıldandığı şarkı "Son bir sigara içelim öyle git gideceksen" dizesini Kabil söyledi ve sanki anlaşmışlar gibi o sustu, Mavera devam etti "Ne olur yavaş iç yavaş iç dönmeyeceksen..." Mavera o günün bitmesini hiç istemedi..O kadar özgür ve mutluydu ki..hHuzur doluydu içi.. Ama biteceğini biliyordu, kötü bir film gibi başından sonu belliydi, ama biliyordu; o gün gelecekti, bir daha asla ayrılmamak üzere şehre ayak basacağı gün.. Yuvaya dönüş günü..

çikolatalıpudding
Tem 27, 2006 8:08 am



Şalgam sularını ellerine aldıklarında Mavera o anki duygularıyla bardağını yukarı kaldırdı... Kadeh tokuşturdular bu günün şerefine... Her güzel şey gibi bu da noktalanıyordu ama güzel şeyler eylemde sonlansa da beyinlerde hiç bitmiyordu... Güzel günler bitmeyecekti...
Birbirini bu derece anlayan insanlar yanyana geldikçe her gün güzel olur... Belki dar gelir benlikleri bu dünyaya ve kaybolur...

yaskaman
Tem 27, 2006 8:26 am




Sonrası eve dönüştü ki yalnızlık dahildi içine..
Ve dün Mavera yola çıkmıştı; Taksim'e, Düşeşşek'in yanına gitmek için, Karaköy'de vapur iskeleye yanaştığında inenlerden tanıdık biri gözüne çarptı, Gümüşkulak tı geçen, tesadüfen Gümüşkulak ona doğru baktı ve üzerinde Barışarock t-shirt'ü olan Mavera el salladı gülümseyerek, Gümüşkulak da öyle.. Sonra tünelde karşılaştılar tekrar -ki Mavera aynı tünele gideceklerini tahmin etmişti, konuştular..
İstiklâl'de tünelden inince Düşeşşek'le birlikte muhabbetle yürüyorardı. Gümüşkulak'ın internet sitesi sayesinde tanışmıştı ne de olsa Düşeşşek'le Mavera.. Minnettar gibilerdi sanki Gümüşkulak'a ve tanıştıkları zamanlar geldi geçti beyinlerinden...

Ne güzeldi, bir kardeşliğin ilk adımları; bir forum sitesinde, farkındalıklarını farkında olmayanlara anlatmaya harcayan iki insanın dayanışarak tanışması ve kardeş olması, sonra da Barışarockta aynı çadırda uykuya dalarken ikisinin de "lan sanki 40 yıllık dostmuşuz gibi" hissiyatına kapılışı... Mavera o çadır gecelerinde çok istemişti uyurken Düşeşşeğe sarılmayı, ama becerememişti işte.. Ve bu gece Düşeşşeğin evine kalmaya gidecekti, mutluydular.. Otobüse binmek üzerelerdi ki, Kabil aradı Maverayı. Kardeşlik sıcaklığı yayıldı teknolojik icat cep telefonundan etrafa, ama o sıcaklığı yalnızca onlar hissedebiliyorlardı..

Ve eve vardılar, birşeyler paylaştılar, bütün gece konuştular.. Ağladılar güldüler vs..
Ve sabah oldu, Kabil yine telefondaydı ve yine o sıcaklık yayılırken etrafa, "günaydın canım kardeşim" kelimeleri döküldü ağzıdan Maveranın, üçü de gülümsüyordu sıcacık.. Ve sora Düşeşşek'in bedeni uykuya, beyniyse düşler dünyasına daldı.. Kolektifbilinçaltının yarattığı yanılsamaları yani rüyaları görüyordu.. Mavera ise geçmişti bilgisayarın başına..
Bu interneti keşfedenlere teşekkür ederek Kabil ile konuşuyor işte tam şu anda...

çikolatalıpudding
Tem 27, 2006 8:41 am



Kabil de aynı sıcaklıkla başlamıştı yeni güne, "sana da günaydın canım kardeşim" diyerek eklemişti Mavera'nın sözlerine sözlerini.. Nedense hala çekememişti Mavera'nın gözlerinden gözlerini... İşte maneviyat bu olsa gerek idi..
Ayrı kalsa da bedenlerimiz Biz zaten aynı bedendeki bir'iz...

yaskaman
Tem 27, 2006 8:53 am



Evet evet, "Sonrası eve dönüş ki yalnızlık dahildir içine...." Buydu 12 saatlik yol boyunca beyninde dönüp duran cümle Mavera'nın.. Ama bu defa Istanbul'dan ayrılırken ağlamadı, biliyordu, nasılsa birkaç hafta içinde tekrar gelecekti festival için...
Otobüsten indi, yapış yapış sıcak hava sardı etrafını, "welcome to the hell" dedi kendi kendine... Eve gitmek için firmanın servisine bindi, yorgun ve uykusuzdu, ineceği yerde indi, babasını beklemek için otobüs durağına oturdu, oturur oturmaz kıçı yandı, bir daha dedi, bu kez bağırarak kendine; "cehenneme hoşgeldin!"...

Saat 13:13ü gösteriyordu.. Bir sigara yaktı, bekledi, babası geldi aldı onu.. Eve vardıklarında hevesle yaptığı şeyleri anlattı biricik babasına ve öyküsünü okudu ona, babasının gözleri doldu dinlerken.. Akşam konser vardı, "ablacım" dediği minicik dev kadının konseri.. Ama önce Woska'nın yanına gidecekti... Ona bikaç şey getirmişti Istanbul'dan, zaten çok da özlemişti.. Birşeyler yaşayacaklardı, bunu biliyordu ama şu an woska'nın başka biriyle bişiler yaşadığını da biliyordu.. İçini yakıyordu bunu bilmek ama yapabileceği birşey yoktu.. Gitti evine, oturdular konuştular güldüler vesaire..
Sonra Mavera çıktı evden, Woska süslenecekti ve hatunuyla buluşup gidecekti konsere.. Mavera da konser alanına gitti, arkadaşlarını buldu, henüz soundcheck varken tanıdık güvenlikler aldı onları içeri.. Soundcheck bitince en önde aslında kendilerine ait olmayan koltuklara oturdular. Gokha adlı diğer arkadaşı geldi maveranın, o da yanlarını sığıştı... Sonra Woska'yı gördüler, yukarıda bir köşedeydi, yanına gidip selamlaştılar, Woska hayvanlığını yapıp yanındaki gotik tipli hatunlarla tanıştırmadı bile onları, sonra döndüler kendi yerlerine... Sıkış tepiş geçti konser ve Mavera olduğu yerden arkaya bakınca görebiliyordu Woskanın olduğu yeri.. En arkadaydı yanındaki o 4 hatunla.. Ve onlardan biriyle koklaştığı da görünüyordu.. Sinirleri alt üst oldu Mavera'nın... Ama ağlayacak kadar kötü değildi.. Şarkı söyleyen minicik dev kadın "bu aşk fazla sana" derken, gözleri Woskanın üzerindeydi Mavera'nın ve döndü önüne. Bakmadı, bakamadı daha fazla. Gördükleri yetti ona..
Konser sonrası kulis vesaire.. Çıktılar açıkhava tiyatrosundan.. Eve dönüş zamanıydı, saat gecenin 1ine geliyordu.. Gokha taksiyle gidecekti evine, Mavera'nın evi yakındı zaten, ama o da bindi Gokha'yla birlikte taksiiye, sahilden yukarı giden o yolu o saatte yürümek istemiyordu çünkü.. Istanbul'da olsa yürürdü ama bu cehennem şehrinde asla.. Evine en yakın yerde indi, sonra yürüdü biraz.. Eve geldi, duş aldı karnını doyurdu, biraz bilgisayarda oyalandı ve yatıp uyudu nihayetinde.. Niyeti uyanmamaktı bir daha, ama uyandı işte...

Mavera için 6 senedir hayat hep böyleydi işte.. Istanbul'da güçlü, mutlu, özgür ve huzurluydu, "cehennem" diye adlandırdığı bu lanet şehirde ise huzursuz ve yalnız hissediyordu kendini, korkuyordu da üstelik normalde korkmadığı şeylerden..
Oysa Düşeşşek'le birlikte Beyoğlu'ndalarken, o basın açıklamasının olduğu gün, ne kadar da kendinden emin yürümüştü sokaklarda.. Zaten Istanbul'dayken hep başı dik yürüyordu yollarda, ama o gün bir de insanlık adına, BARIŞ adına bir eylemlilik içinde olduğundan, bir işe yaradığını hissettiğinden daha da dikti duruşu.. Basın açıklamasını bir müzik grubundan Aaron ve Querm yapmıştı ve Taksim Gezi Parkı'ndaki açıklama bittikten sonra Galatasaray Lisesinin önüne yürünecekti birlikte, orada stand vardı, gidiyorlardı yaklaşık 10 kişi. Mavera Aaronla birliklte yürüyordu İstiklal'de,ellerinde bildiriler vardı ve dağıtıyorlardı yoldan geçenlere. Mavera Aaronun uzattığı ilanları almayan, onu tınlamayan insanları gördükçe kıs kıs gülüyordu.. Hoşuna gidiyordu bu durum..
Standa geldiler. Mavera elinde barış bayrağıyla ortalıkta hoplayıp zıplarken, Düşeşşek ilan dağıtıyordu. İlanlar o akşam AKM'den Dolmabahçe'ye doğru yapılacak "barış yürüyüşü"ne çağrı metnini içeriyordu.. Zamanla yorldular, limonata içmek istediler, biraz arandılar, sonra buldular içecek bir yer.. Sonrasında Düşeşşek evine döndü, Mavera ise yürüyüşe katıldı.. Dolmabahçe'den, her birinin içinde ayrı dilde "barış sözcükleri" olan 12 şişeden birini denize attı… İşte o an bir Filistinli oldu...

Ama asıl güzel geçen gün; Mavera'nın gitmesine bir gün kala Kabil, Düşeşşek ve Rosa ile hepberaber buluştukları gündü.. Kadıköy rıhtımda buluştular Rosa'yla Mavera ile Düşeşşek'le Kabil…
Ourdular ve Mavera Düeşşek'e de bir fotoğrafını verdi, arkasına da
“31,07,2006 haydarpaşaya karşı limonata sihirli ayna,neler söyledin bana?...” yazdı..

Fenerbahçe'ye gittiler sonra, burundaki parkta adaları seyrederek oturuyorlardı, Mavera denizde bir kıpırtı gördü, çok yakınlarındaydı, "sanırım bir dalgıç ama keşke yunus olsa" diye düşündü ve az sonra gördüğü şeyin gerçekten yunus olduğunu farketti. Üstelik 3 taneydiler, biri yavruydu henüz.. Çok şaşırdı Mavera, “Aa yunus! Yunus gördüm, bakın!!” dedi yanındakilere.. Koştu yunusların ardından, o an denize atlayıp onlarla yüzmek geliyordu içinden, yapamadı… Fotoğraf çekti.. Ancak bir kare yakalayabildi, bellibelirsiz..
Sonra Beşiktaş vapuruna bindiler Kadıköy'den, Düşeşşek ilk defa biniyordu Beşiktaş vapuruna.. Beşiktaş'ta otobüs duraklarında ayrıldı Düşeşşek onlardan, evine doğru yola çıktı. Bu kez mavera diyordu Rosa'ya “ayaklarını yerden keseceğim” diye, Maçka parkına çıktılar ve tereferikle kestiler ayaklarını yerden.. İnip Harbiye Tiyatrosunun alt kapısına tünediler.. Saat dedi ki; "Rosa için eve gitme zamanı"...
Rosa gitti.. Kabil ile Mavera kaldı başbaşa, o andan itibaren her şey tesadüfendi resmen, tesadüfen girebildiler konsere ve tesadüfen girebildiler sahne arkasına… Ah ne güzeldi hisleri...
Mavera'nın o çok güvendiği şansı yine yarı yolda bırakmamıştı onu…
Sonra Mojo… Ama kabil için de eve dönme vaktiydi… Ne çok eve dönme vakti geliyordu böyle!
Mavera arkadaşı Gökyüzü'yle girdi içeri.. Aaron, Requem, Nejat, küçük dev abla, turuncu saçlı bembeyaz abla… Herkes ordaydı.. Tepindiler, eğlendiler…

Sonra… Sonra…... Yine sonrası eve dönüştü, yalnızlığın içine dahil olduğu bir başka dönüş.. Taksim'den Kadıköy'e…

Gecenin 4ünde eve girdi….Anneanne Pamuk, uyandı uykusundan, bir iki soru sordu… Aldığı cevaplarla ikna oldu ve tekrar uyudu.. Mavera yorgundu, huzurluydu, mutluydu ama buruktu… Biliyordu, cennetteki son gününün ilk saatlerini yaşadığını…

çikolatalıpudding
Ağu 04, 2006 2:16 am






Kâbil Mojo'da olmayı çok isterdi.. Çok istemişti... Ama çok sebebi vardı o an onu orada bulunmamaya iten.. Oysa bir-iki saatliğine bile olsa yalnız bırakmak istemezdi Mavera'yı.. Söyleyemiyordu... Giderken içinden "Ne güzel söylemiş Cevdet Bağca diyordu.."
Fonda ise Hüseyin Turan söylüyordu:
"Düşlerde sevdim seni söyleyemedim
Sessiz öptüm nefesini söyleyemedim
Sana ben şiirler sözler büyüttüm
Sana ben baharlar yazlar büyüttüm
Sana ben hummalı gizler büyüttüm
Söyleyemedim
Şarkılar yazdım sana okuyamadım
Hep yanımdaydın oysa dokunamadım
Sana ben hayaller düşler büyüttüm
Sana ben gözümde yaşlar büyüttüm
Sana ben hummalı aşklar büyüttüm
Söyleyemedim... "
Cevdet Bağca

yaskaman
Ağu 04, 2006 9:46 am







"gördüklerinden korkma ah mutluluk var ya hiçbir zaman eskisi gibi olmaz" diyen hoperlordan yükselen sesle düşünceler dökülmeye başladı beyninden Mavera'nın..

"buldum yerde bir erik
-bunu sen mi çaldın?!- dediler..." demeye başladı ses..

Beyni düşünceler arasında yüzüyordu, Klavyenin tuşlarına basamıyordu......
Kafası da güzeldi..
"Bırak" dedi kendine, "sonra yazarsın"...

çikolatalıpudding
Ağu 05, 2006 1:20 am




Gece vakti... Saatlerdir oyalıyordu kendini "yatarım birazdan" diye Mavera.. Telefonu titredi, Istanbul'dan bir mesaj..
10 küsür yıl görüşmedikten sonra muhabbetinin tadına daha yeni vardığı, bir güncük görüşüp ayrılmak zorunda kaldığı uzak bir akrabadan bir mesaj.. "Dün gece rüyamda gördüm seni, rengarenk zıplayan bir topun üstünde merdivenden çıkıyordun zıplayarak, sonra bir kedin vardı, topun altına geldi sen de ezmemek için onu, yere düştün. Ben de uzakan sana güldüm.. Çok romantik olurdu seni kaldırsaydım ama rüyamda bile canavarım yani Gelmeni çok istiyorum lütfen gel, bu defa kal sohbet edelim, dertleşecek çok şey var..."
Gülümsedi Mavera. Sanki onun yüzüne bakarmış gibi "geleceğim" dedi elindeki telefona bakarken.. Cevabını yazıp yolladı.. Aklına bir an rüyanın ne anlama gelebileceği sorusu düştü, bir engel mi olacaktı yoksa Istanbul'a doğru merdivenlerini çıkarken? Bir fedakarlık mı yapması gerekecekti? Aklına matrix geldi.. Hani şu kahinin kehaneti..
'Onun hayatı için kendi hayatını feda edeceksin' kehaneti ve Neo'nun o kaderi değiştirişi.. Değişir miydi acaba kendi kaderi? Kader var mıydı ki? Yanılsama değil miydi zaten bunların hepsi, hep öyle sayıklamaz mıydı Mavera?....

Ahh ne güzeldi Istanbul, ne güzeldi içindeyken Mavera'ya yaşattıkları.. Öyle olmasa bile öyle görüyordu Mavera. Kendi yanılsamasını kendi yaratıyordu. Sevdiği tüm şeyleri bütünleştiriyordu, öyle seviyordu... Kimsenin de bunu değiştirmesini istemiyordu.. Biri gelip de "sen kendini kandırıyorsun" dese öldürebilirdi bile... O kadar bağlıydı yanılsamasına.. Onu hayatta tutan buydu çünkü, ölürdü yoksa.....

"Acaba uyumasam mı bu gece?" diye düşündü.. Sorumlulukları vardı hep kaçtığı, ertelediği. Ama ertelemeye zaman yoktu artık. 3 gün sonra başlayacak olan yeni hafta boyunca sınavını verecekti bu sorumlulukların... Bütün gece onları yerine getirmeyi geçiriyordu aklından.. Uykusuz yapabilir miydi acaba?..

"anlayan el sallasın bana merhaba der gibi; beden gitmeye teşne, hayat kal der gibi.."
Deliye vurdu kendini Mavera..
Zaten renkli ve delice bir kişilikti.. Her türlü şeyi bulundurmak istiyordu benliğinde, çok yönlü olabilmek, her konuda az bile olsa bilgi sahibi olabilmek, herkesle her konuda kouşabilmek... Seviyordu bunu.. İnsanlar da en çok onun bu yönünü seviyordu.. Yani o öyle düşünüyordu.. Annesi bazen kızıp "manyak mısın sen?!" dediğinde gayet ciddi "eveeet.." diye cevap veriyordu, ve annesini de delirtiyordu tabii..
Fabrikadan çıkmış gibi standart insanlardan hoşlanmıyordu. At gözlüğü takmış gibilerdi, oysa neler olup bitiyordu dünyada, yanılsama da olsa etrafta bir hayat ve dünya vardı, o bunun farkındaydı ve bazen farkında olduğu şeyleri farkında olmayanlara anlatmaya çalışıp anlamadıklarını gördükçe farkındalığından bıkıyordu... Sinirlenip "ben de onlar gibi olucam aq" diyordu.. Küfrediyordu...

Müziğe vurdu kendini mavera..
Zaten müzikal bir kişilikti.. Davuldu onun enstrumanı, kendine özel kendine ait minik bir davulcuğu olsun isterdi.. Daha bugün gözünün önünde bir arkadaşı davul almıştı, üstelik daha çömzdi o! Haketmemişti ki davulu! "2 aydır ilgileniyormuş davulla,yesinler! hıh!..." Kıskananlardan ve kıskançlıktan nefret etse de kıskandı... İçi gitti, ezik hissetti kendini.. Nefret ederdi eziklik hissinden.. Davulla geçen kendi 4,5 yılına baktı... "Görürler.." dedi..

Gece ilerliyordu.. Zaman durmuyordu.. Durmazdı ki hiç.. İnsanlar uydurmuşlardı zaman kavramını.. "Yok aslında zaman diye birşey" dedi, "biri kıçından uydurmuş bütün dünya inanmış, hah!".. Sayıkladı kendi kendine..
Saat tiktakını sevmezdi Mavera, ona sürekli zamanın aktığını hatırlattığı, kafasına kafasına kaktığı için..
Saat sesi olan bir odada uyuyamazdı, kaç kere gecenin ortasında küfrederek saatin pilini çıkarmıştı kaldığı odalarda..

Ne uyuz birşeydi:
tik...tak...tik...tak...
çık....çık...çık....çık...
kırt.....kırt....kırt....kırt....
Değişik sesleri vardı saatlerin.. Acaba saatlerin de kişilikleri var mıydı?...
Bir saatin kişiliğini sesinden anlayabilir miydi insan?..
Saçma mı?
Neden olmasın?...

çikolatalıpudding
Ağu 11, 2006 1:54 am


4 aydır görmüyorlardı birbirlerini.. Ve nihayet kucaklaştılar.. 3 satcik birlikteliklerinde güldüler hep..
Önce sahnedeyken izledi onu Mavera, sonra muhabbet ettiler bolca.... Ve saat vurdu gidiş zamanını, o gitti, Mavera arkasından "gitmeseydi keşke" diye derince düşünürken buldu kendini..
N'oluyordu? Normal değildi bu hal.. Uzun zamandır yabancı kaldığı bir hale bürünmüştü.. Garip.. Ne garipti hayat...
Sonra..
Sonra elektronik yanılsamalarla haberleştiler.. Konuştular; bazen klavyenin tuşlarına, bazen telefonun mikrofonuna.. Birkaç gün sonra yanına gidecekti Mavera "o"nun.. Garip şeyler oluyordu içinde... Anlamıyordu.. Kendini bir an önce gitmek isterken buldu..

Nefret ediyor hala Mavera saatlerden.. Zaman kavramını uyduranlara küfrediyor hala..

Mavera aşık,
Mavera maşuka şimdi...

çikolatalıpudding
Ağu 15, 2006 5:33 pm

23 Ocak 2006

yağmur

yağmur yağarken dinlenebilecek en güzel albüm olan gül kendine'yi dinliyorum. "gül kendine" şarkısı başladı, ve şarkının ritmiyle aynı ritmde çırpınan mumun alevine baktım…mumdaki ateş şarkıya tempo tutuyordu!!..
Tütünü boktan bir sigarayla soğumuş çayımı içiyorum Antalya'nın martısız gökyüzündan damlaların yağdığı, çarparken ıslak birer "pıng" sesi çıkardığı penceresi kapalı odamda. Oysa ki ruhum Marmara Denizi'nin tuzlu yosunlu sularına karışmış, yalıyor Göztepe sahilinin beton kıyılarını..
"ve hayat -ki canına tak etmişti- 'dur' dedi artık" diyor teypteki ses; ardından gitardan bir melodi çıkıyor yağmur seslerinin arasında,bitiyor şarkı; bir tuşa basıyorum ve yeniden çalıyor,sonra yeniden,bir daha... Kadıköy'den Eminönü'ne giden vapurun küpeştesinde bu şarkıyı dinleyişim geliyor aklıma; bir öğlen vakti rüzgar saçlarımı okşarken Haydarpaşa'nın önünde, dalgakırandaki karabataklara bakıyorum önce, sonra attığım simit parçasını yakalayan martıya göz kırpıyorum. Vapur köpüren sularda ilerlerken Kız Kulesi el sallıyor bana, yakınlarında inşaat halinde bulunan "marmaray" projesini şikayet ediyor...
"yeter artık hiçbir şey eskisi gibi değil" diyor teypteki ses bu defa ve yine Göztepe geliyor aklıma... Gecenin 1'inde yalnız başıma yürüyüp 'kuruçeşme'den su içtiğim an kulaklığımda çalan şarkıydı bu; gözümden yanağıma süzülen gözyaşlarımı, yüzümü yıkayan çeşmenin suyuna karıştırıp yere damlattığım an....

20 Ocak 2006

6 ocak günü happy'ler istanbul'a gittiğinden beri evden sadece 3 gün çıktım dışarı, o da en fazla 3 saatliğine. eve kapandım. geceleri bilgisayarın başında websitesiyle uğraşıyor, gündüzleri de uyuyorum. cilekes.biz çok güzel oldu, simsiyah. 25 aralıkta onlarla yaptığım röportajı da ekledim. başka hiçbir yerde yok.
bilgisayarla uğraşmasam bile kitap okuyorum yatağımda. Sunay Akın'ın "deniz yıldızı ve ay çöreği", "onlar hep oradaydı" kitaplarını bitirdim 2 günde. şimdi "önce çocuklar ve kadınlar"ı okuyorum. ödemekte hayli zorlandığım kitap taksitlerinin çektirdiği dert boşuna değilmiş. büyük zevk alıyorum okurken. yine mesaj göndermiş kitap dağıtım şirketi, 112ytl istiyorlar 3 gün içinde, bense en fazla 20-30 yatırabilirim sanırım. Aralık ayında da 30ytl ödemiştim. böyle eksik meksik ama ödüyorum işte. İstanbul'a gitme olayı yalan oldu.... höff..

mor ve ötesi'nin "dünya yalan söylüyor" albümünü dinliyorum. beynimde bir ton düşünce dönüyor. kapitalizm ve faşizmden nefret ediyorum. mandacı ve turancı anlayıştan da. insanlara "insanlık"ın herşeyin üstünde tutulması gereken bir değer olduğunu anlatmak neden bu kadar zor? hani "hayvanlar - çevre" falan desek zaten kabullenmiyorlar da "aslolan sizsiniz, bizleriz" diyoruz ve anlamıyorlar. paraya tapıyorlar... mor ve ötesi'nin "uyan" şarkısının klibi de kapitalizm konulu ve çok az insanın "doğru" anlayabileceği bir klip.. ve bazı anlamsız kişiliklerin, klibi izlerken "ahh harun ne kadar tatlııııı" diye iç geçirme şansları yok çünkü klip animasyon. ne güzel.

popüler kültür denen şey, bilmemkimin aşk hayatıyla anahaber bültenleri dahil tüm yayın akışını doldurup, insanların başka olaylardan haberdar olma özgürlüğünü yok edip onları uyutur. mor ve ötesi'nin dünya yalan söylüyor albümünün yarattığı patlamayla, abidik gubidik medya şeyciklerinin talepleri artınca onların da bir şekilde popüler kültüre dahil olup bir yandan da "uyan artık karanlık uykundan" diye bağırmaları ne kadar da ironik, ne kadar da güzel...